Dünya devirlere, yıl günlere, gün de saatlere
bölününce; insan kendisini bu döngüde baki bir seyirci zannetti. Bitişe doğru
ilerlerken sandı ki dünya genişleyecek. Biriktirdikçe sahip hatta malik
olacağını hayal etti. Tûl-i emel yükünü yüklendi. (Tûl-i emel=boş arzular)
Günümüzde bu boş arzular sanal dışa vurumlarla kendini gösteriyor. Tüm medya
araçları ve özellikle de sosyal medya insanlar için gerçekle sanılanın yer
değiştirdiği bir alan olmuştur. Artık mutlu olmak yok, mutlu hissetmek(facebook dili)
var. Artık eğlenmek yok, eğleniyor
hissetmek var. Yorulmak yok, yorgun
hissetmek var. Bu sanılan dünyanın gerçek yaşantıya karşı bir üstünlüğü de
oluşmuş durumda. Örneğin insanların arkadaş sayısı orada daha çok, hayatla
ve/veya kendisiyle ilgili yaptığı yorumlar orada daha çok. 24 saat içinde sanala/sanılana
verdiği zaman da çok. Ve insanlar farkında değil ama sanılan dünya için yapılan
harcamalar daha çok. Çünkü sanılan dünyada bir şeyi paylaşmak için öncelikle
onu kısa süreli de olsanız yaşamanız gerekiyor. Anlık paylaşım günün veya
haftanın tamamını içine alıyor. Anlık paylaşım gerçeğin merkezi olurken diğer
geri kalan zaman sanallaşıyor. Yani… Örneğin, yemek yeme gibi en basit ve fıtri bir ihtiyaç
bile bugün sanalın içindeki paylaşım koşullanmasının bir parçası oldu. İnsanlar bulundukları yerden uzak bir yere
giderek orada çok eğlenmiş hissediyor,
bunu çözünürlüğü yüksek- internet bağlantılı bir telefonla paylaşıyor. En
sondaki paylaşma isteği başlangıcından sonuna kadar tüm günün veya haftanın
gizli tetikleyicisi oluyor. Anlık paylaşım için epey bir masraf gerekiyor.
Herkesin çoğu şeye en azından bilgi veya görsel olarak ulaşabilmesi kalbin
merkezinden dışa birçok menfez açıyor. İlgi, öncelik ve gereklilik ortadan
kalkıp yerine zihni yorgunluk ve tatminsizlik yerleşiyor. Durum böyle olunca,
insan asıl vazifesinden ve hayattaki ulvi gayesinden uzaklaşıyor. Elimizdeki
bir telefonun bile en azından kendi kullanımımız için yarı özelliğini
biliyoruz, bazıları sahip oldukları arabaların neredeyse tüm detaylarını
biliyor. Tekeri patladığında değiştiriyor, motoru arızalandığında çözüm arıyor,
algısını- vergisini kuruşu kuruşuna biliyor. Lakin… buraya dikkat! Aynı insan
kendi içindeki karaciğeri, böbreği, beyni, kanını fonksiyonel ve içerik olarak
bilmiyor. Maddeten bilmediği/bilmemesi maddi bir alemi, maddi getirileri
ilgilendirir fakat insan kendisine verilenlerin manevi gerekçesini ve nihai
amacını bilmiyorsa asıl problem orada olur. Düşünen, duygulanan, konuşan,
hisseden, paylaşan bir insan sadece ve sadece 65-70 yaş ortalamayı tutturmak
için yaratılmış olamaz. Evet bizler sanal dünyanın denekleri, boş arzuların
maskarası değiliz. Bize emanet edilen ve Yüce Yaratıcıya dünyada iken az bir
ücretle satmamız gereken bir hayatın sahibiyiz. İşimiz zor gibi görünse de
aslında kolay çünkü bizlerin bize bizden fazla değer veren bir davetçisi var.
Dünya hayatının Allah’ın isteği doğrultusunda nasıl yaşanacağını ve cennetin
nasıl kazanılacağını anlatıyor. O Kişi âlemlerin nuru Hazreti Muhammettir.
Kalbin, Allah’ın isimleriyle dolmasına ihtiyacı
vardır. Çünkü huzur sadece bundadır. Buna mukabil kalbin düşmanları da vardır. Kalp
merkezinde O’ndan başkasını kabul etmez. Kalp tam manasıyla O’nun için var
olduğunu anlarsa kişinin cismine gerçek manada ruh olur. Kalbin hayal gibi bir hizmetçisi vardır. Eğer
kalp istikamet bulursa hayal insanı alemden aleme gezdirir. Bu alemlerin
rehberi O’dur. Rehbere olan aşk sanal paylaşımla gerçek olmaz. Namazla ilgili
paylaşım namazın, doğrulukla ilgili paylaşım ahlakın, çalışkanlıkla ilgili
paylaşım çalışkanlığın yerine geçemez. Bu
bağlamda haşir gerçekle sanalın ayrıştığı, semerelerin tasfiye edildiği yerdir.
Cennet ve cehenneme mukabil tüm bu dünyadaki gerçeklik alemi ise sanılandan/sanaldan
ayrıştırıldığında imtihan yerinden başka bir şey değildir. Bu imtihan süreciyle
ile ilgili insanın üzerinde durması gereken hususlardan en önemlilerinden
birisi kişinin en ufak günahını, kusurunu, tembelliğini bile küçümsememesidir.
Çünkü her insan diğer insanlar gibi içinde bir alemi barındırır. Kendisini bu
dünyanın merkezi kabul eder. Kalpteki en küçük şüphe bile insanın tüm evrene
bakışını bozar ve çirkinleştirir. Baktığını göremez, gördüğünü anlamaz,
anladığını sandığı ise asıl mana değildir. Kalpteki küçük şüphe zihnin
muhakemesini ters yüz eder. Böyle bir insan gölgeyi gerçek sanır. Oysa gölge
iradesiz, sessiz, hissiz ve etkisizdir. 2000 yıl önce mağaradaki gölgeler bugün
en fazla sanallar/sanılanlar olarak hayatlarımıza girmiştir. Biz ne gölgeyi ne
de gölgenin cismini arıyoruz. Benliğimizden, tÛl-i emellerimizden sıyrılıp
kelebek misali güneşe uçmak ve orada yanmak istiyoruz. Emaneti Sahibine
arınmış, tertemiz vermek istiyoruz.
TURGAY URGUR