Bir gün köyün birisine ulak gelir. Yorgundur, lakin daha
gitmesi gerekseydi gideceği yere kadar onu götürecek kuvveti ve sabrı vardır.
Aradığı yer bu köydür.
Köy meydanında sorar: Hacı Ariflerin Ahmet’i arıyorum.
Köylülerden bir
ihtiyar: Hele yorgunsundur, biraz dinlenseydin. Hayırdır? Kimsin? Necisin?
Ulak: Ona bir
emanetim var. Bana yerini söyler misin? Duracak zamanım yoktur.
Konuşmayı dinleyen köylüler merak ederler. Usul usul kulak
kesilirler. İhtiyar ısrarcı olmaz, onun evini tarif eder.
Üç gün sonra Hacı Ariflerin Ahmet köy meydanına çıkar.
Köylüler hemen etrafını sarar. Üç gün boyunca köyü öyle bir merak sarmıştır ki
anlatılmaz. Gencinden ihtiyarına, erkeğinden kadınına, çocuğundan delikanlısına
herkes üç gündür Ahmet’i
beklemektedirler. Çünkü bu zamanda beyaz bir at ile başında bir sarık, dalyan
mı dalyan bir genç kim olabilir? Ahmet’le ne işi vardır? Köylü için en önemlisi
de ne getirmiştir?
Aynı İhtiyar: Ahmet! Hele anlat bakalım, merak ettik üç gün önce
gelen misafirin kimdi? Sana ne getirmiş? Bir çayımızı iç dedik; ama çok acelesi
vardı bekletmedik.
Ahmet gömleğinin içinden bir kâğıt çıkarır ve ihtiyara
verir.
İhtiyar önce Ahmet’in yüzüne sonra elindeki kâğıda bakar.
Yan masalardakiler boş mu durur, hemen ihtiyarın yanına gelirler. Kağıdı
açmasını dört gözle beklerler. O an köyde zaman durmuştur. Üç gün boyunca tüm
köyü meraktan söyleten, akla türlü türlü düşünceler getirten, insanları işten,
oyundan alıkoyan sır az sonra meydana çıkacaktır.
İhtiyar katlanmış olan kâğıdı açar ve bakar: Beyaz bir
kâğıdın ortasında yukarıdan aşağıya çizilmiş bir çizgi.
Köyün ruhları ölmüş bedenleri ihtiyar zevatından, başlarını
dizilerden kaldıramayan kadınlarından, her şey gibi bu zamanda gençliklerini de
tüketme gayretinde olan gençlerinden kâğıttaki çizgiye post modern bir yorum
getirmelerini beklemeye koyulmanın pek bir anlamı yok tabiki. Enteresan bir adamın getirdiği kâğıttaki ince
çizgi ne ifade ederdi ki?
“Bu zamanda epey bir kalınlaştınız eee artık incelmenin
zamanı geldi.” mi?, “Gururlanma sen de bir gün öleceksin.” mi?, “Al işte bir
gün daha boşuna geçti.” mi?, “Varlık deryasında toprağa tutunmuş ahirette dal
budak salmayı umut eden ince bir Elif.” mi?
Fikirlerden merak ile umursamazlık, aşk ile nefret, acele
ile sabır, cüz ile küll, varlık ile yokluk, haya ile riya, açlık ile tokluk,
edep ile debdebe geldi de geçti geldi de geçti. Geldi de geçti. Tutunacak yer
bulamadı.
Hem neden at ile gelmişti ki? Türlü, türlü vasıta vardı. Hem
gelmesine de gerek yoktu. Mesaj vardı, telefon vardı, mail vardı, facebook,
twitter vd vardı.
En iyisi mi Ariflen Amada
soruverem. O bize değivesin de biz de bu dertten kurtuluverem gari değvediler.
Ahmet onların
önce iyice etrafına yerleşmelerini, her işi bırakmalarını ve dinlemek için
hepsinin hazır olmasını bekledi ve dedi ki:
Ahmet köylüler etrafına yerleşince söze başlar,
Dün gece rüyamda eski Yunan mitolojilerindeki tapınaklara
benzer bir yerden akşam vaktine doğru üç tane rahip çıktı. Öyle telaşlı ve
aceleci tavırları vardı ki etraflarındaki hiçbir şeyi fark etmediler. Birisinin
yüzü epey bir asık, diğer ikisi ise epey bir düşünceliydi. Hızlı hızlı adımlarla
şehir meydanındaki tiyatroya doğru ilerlediler. Koruma muhafızları onların bu
telaşlı hallerini görünce tiyatronun kapılarını daha bir çabuk açtılar. Onları
büyük bir sabırsızlıkla beklemekte olan halk, onları görünce sevinç çığlıkları
attılar. Biraz sonra sevinç çığlıklarının yerini sessizlik kapladı, herkesin
gözü rahiplerdeydi.
Rahip 1. Ey Zeus’un evlatları, kral Oidipus’un halkı !
Biliyorsunuz şehrimizi 1 yıldır kuşatan veba, kuraklık ve sis bulutu
hayatlarımızı yaşanmaz kıldı. Biz yıllardır bu felaketin nedenini hep kahin Ikanbaya
sorduk ve dedi ki:
Bu derdin çaresi: Herkes günahını terk edecek.
Rahiplerden diğeri söze başladı: Bilirken susmak bir günahtır
çünkü insan sadece kendisi değildir. Haksızlığı istememek öncelikle
başkalarının haklarını gözetenlerin olsa gerektir. Doğru düşünmemekle insan
kendi kaderini yıkar. Theseus’un annesi Aithra’nın dediği gibi “Suskun
kalmamalıyız çünkü sonra şimdiki suskunluktan daha çok acı çekeriz. Doğru bulduğumuz
şeyi zor olsa da söylemeliyiz.” İnsan yasaları koruyabildiği sürece insanları
da kentlerle birlikte koruyabilecektir. Yönetimi eline geçiren yasayı da
kendine göre tutmamalı ve yasa insanlara göre değişmemeli ancak insan yasaları
insanlar için değiştirebilmelidir. İnsan bunları söylediği zaman mı yücedir yoksa
sustuğu zaman mı? İşler iyi gidince kötüler daima mutlu olacaklarını düşünerek
sorumsuz davranmaya devam ederler ta ki iyiler seslerini duyuruncaya kadar. İnsan
zahmet çekerek asıl değerini bulur. En büyük zahmet düşünmek ve düşündüğünü
söyleyebilmek olsa gerektir.
Rahip konuştukça sesler antik tiyatronun basamaklarından
adeta artarak yükselir. Dinleyiciler diğer rahibin söyleyeceklerini duymak için
kendilerini hazırlarlar.
Son rahip söze başlar:
İnsanın elinde tuttuğu iradesi gayet cüzi olmakla birlikte, insan
tabiatında bulunan fenalığa olan meylinden dolayı zararlı işlere girer ve
bunların sonucunda bir bedel öder. Hatalar büyürse ve insanlar tarafından
normal sayılmaya başlayınca felaketlere kapı açar. İyilikler ise Varlığın apayrı birer ispatıdırlar. İyilikte
insanın iradesinden öte Külli bir irade vardır. Ama insan bu iyiliklere iman,
arzu ve niyyet ile sahip olur. Kötülerin ölmesinden kimse rahatsızlık duymaz
lakin iyilerin ölmesinden sadece insanlar değil aynı zamanda kainat ta üzüntü
duyar. Çünkü kainatın ve varlığın anlamı onlar tarafından bilinmekte ve
beğenilmektedir. Küfür içinde olanlar gibi onlar kainatı başıboş, manasız ve
faydasız görmezler. Nihayet tüm canlılar ölecektir ve başka bir hayat için
sadece bu dünyada yaptıkları iyi işler bir anlama sahip olacaktır. Şuurlanmak için insan kendini sorguya çeker, hatalarını
itiraf eder, tekrar yapmamak için gayret eder. Bilge insan odur ki hatasını
bilir, görmezden gelmez. Nasıl ki bu büyük tiyatronun içerisine girmek için
birden fazla kapı vardır aynen öylede doğruluk için insanın önünde her zaman birden
fazla yol vardır. Bazen insan kılığındaki şeytanlar açık kapıları kapalı
gösterir, göstermek isterler. Bunun nedeni onların doğruluğu ve iyiliği
istememelerindendir.
Ahmet rüyasını anlatmaya devam eder…
Birden rüyamda fark ettim ki bende o şehrin insanları gibi
onların arasında rahipleri dinliyorum. Etrafımda benim gibi binlerce insan var.
Nedense hepsinin yüzünde rahipler konuştukça pişmanlık ifadesi yer aldı.
Şehirde gün batmak üzereydi. Rahipler konuşmalarını bitirince tiyatrodan
ayrıldılar ve halk ta onlarla birlikte yavaş yavaş evlerine gittiler. Biraz dalmışım, bir de ne göreyim koskoca
tiyatroda sadece ben kalmışım. Meydana indim. Başım göğe doğru, ellerim açık
kendi etrafımda dönmeye başladım. Güneşin kızıllığı devasa sütunların
arasında karanlıkla köşe kapmaca oynuyordu. Birden tiyatronun büyük kapısı yine
açıldı. Uzaklardan ardında toz bulutu ile bir atlı doludizgin yanıma geldi. Başında bir sarık, yorgun ama daha gidecek
yeri olsa onu götürecek kadar sabrı ve kuvveti var. Önce atıyla etrafımda
döndü. Durdu. Atından indi. Elbisesinin içinden bir kağıt çıkardı ve bana
verdi.
Katlanmış olan kâğıdı aldım. Açtım bom boş bir kâğıttı. Bana
kâğıdı veren kişi bunun benim için bir emanet olduğundan başka bir şey
söylemedi. Binlerce kişiyi içinde barındırabilen, birçok oyunun sergilendiği,
uzun uzun konuşmaların yapıldığı antik bir tiyatronun ortasında güneşin artık
görünmediği bir akşam saatinde elimde boş bir kağıt ile yapayalnız kalmıştım.
Önce kağıda sonra ellerime baktım. Ellerimle vücudumu yokladım. Varlığımı
hissettim. Varlığımı düşündüm. Mutlu bir ruh hali uyandım.
Geçenlerde bana gelen, sizlerin de günlerden beri merak
ettiğiniz kişiye ve getirdiği kâğıda kendimce bir anlam verdim.
Var olmak farklı mekânlar arasında yolculuk etmektir. İnsanın var
olduğunu bilmesi ile var olması bir birinden tamamen ayrıdır. Keşif ile olsun,
bilim ile olsun, ilham ile olsun, düşünce ile olsun, halvet ile olsun, gayret
ile olsun ama içinde iyi niyyet olsun; insan varlığını bulmalıdır. Gerçek ama
anlatılamayan mekânda verilen boş kağıt kendimdir. Yeniden düşünceye daldığım
ve hatalarımı fark ettiğim, eğildiğim andır. Üç gün önce ulağın getirdiği içinde
ince bir çizginin olduğu kağıt ise Sevgiliye duyduğum özlemi bir türlü
anlatamamanın içimi kanatan çaresizliğidir. Tarif edilmeyen bir sır, günah ve
sevapla örülmüş bir bulmaca; boş bir kağıt yani varlığımın içindeki tek çizgi,
tek görünendir.
Bitirmeden; her iki
yerde de bana emanetleri ulaştıran, yorgun ama daha gidecek yeri olsaydı oralara
kadar onu götürecek sabrı ve kuvveti
olan ulak ise ümidimdir.
Turgay Urgur