4 Ocak 2024 Perşembe

Yolcu 2024

 YOLCU 2024  (yeni yazım) 


-Bu zamana ne dersin? Nasıl isimlendirirsin? 


-Tahammülsüzlük zamanı derim. 


-Yani? 


-Bilinenden, bilineninden başlarsak kimsenin kimseye tahammülü yok. Konuşana, yazana ve daha da kötüsü düşünene, ecdadına, evladına, sıradakine, yanındakine, eşine, işçisine ya da işverenine tahammülü yok. Mesela farklılığa hiç tahammülü yok. Düşüncesinin alternatifine, imtihana, sıkıntıya tahammülü yok. İnsanın ‘Gecikmeye’ tahammülü var mı? Yok. İstenilenin olması yetmiyor, hemen olması lazım. ‘Bitmeye’ tahammül yok. Hiç bir şey bitmemeli. Zaman, para, mal, şöhret, gençlik, şarj, elektrik, su adeta bitmeyecek miktarlarda olmalı. Fakat dünyadaki hayat, kendisine verilen süre içinde daima bir bitişe doğru yol alıyor. 


İşin en sancılı yeri ve aslında toplumsal bir kaosa dönüşen kısmı da ne biliyor musun? Kişinin kendisine tahammülü yok.


-Bu çok ilginç bir şey. O nasıl oluyor ki? Kişi kendisine karşı nasıl tahammülsüzlük gösteriyor? Bu epey bir zorlama bir tahammülsüzlük değil mi? 


-Yok . Yok. Gayet basit. K i ş i n i n   k e n d i s i n e   t a h a m m ü l ü  y o k. 


-Harbiden merak ettim. 


-Kişinin kendisine tahammülü olsaydı. İçinden geçenleri söyler ve hayatı da istediği gibi yaşardı. Çatır çatır konuşan, yanlışa yanlış diyen, bir hata gördüğünde müdahale eden, vazgeçmek istediklerinden aniden vazgeçiveren, boyun eğmeyen, 'kendisi' gibi yaşayan bir kişiliğe kişinin herkesten önce kendisinin tahammülü yok. 'Sırf etrafıma ayıp olur. Başkaları ne der?' diye yaşamaya çalışmak tahammülsüzlük değil mi? 'Bu saatten sonra değişti.' dedirtmemek için değişememek tahammülsüzlük değil mi? 


Aslında biz(ler) her zaman kızmıyoruz, birileri kızdığı için kızmak istiyoruz. Her zaman beğenmek istemiyoruz, birileri beğendiği için beğenmek istiyoruz, her zaman sessiz kalmıyoruz birileri sessiz kaldığı için sessiz kalıyoruz. Çünkü aksine (yani kendimizin aksine) bir şey yapabilmeyi henüz öğrenemedik. 


Kendimize tahammülümüz olmadığı için kendimize benzer ama kendimiz olmayan benlikler yarattık. 


-Peki insanın 'kendisine tahammülü' öğrenmesi zor bir şey mi? 


-Çok kolay diyemem. Üç şeyin müthiş bir oranına ya da daha kıvamına ihtiyacımız var. 


- Nedir onlar ve nasıl bir kıvam? 


-Akıl, his ve vicdandır.


Akıl zahire müpteladır eğer baş tacı yapılırsa şekilcilikten ve şekle hayranlıktan kurtulamaz. His yanlıdır. Daima hislerini dinleyen illaki bir tarafa meyleder. Vicdan ise aklın ve hissin getirdiklerini yanlışlarından, eksiklerinden ve de fazlalıklarından ayırmaya çalışır. Vicdanın da taşıyabileceğini elbet bir yük miktarı  vardır. Vicdan angaryayı sevmez. Vicdan fazla mesaiye gelemez. Baktı gördü, akıl ve his olması gerekenden fazlasını getiriyor. ’Benden bu kadar!’ ’Ne haliniz varsa görün!’ der. Bundan dolayı; akıl, fikir erdiremediğimiz, duygusuzlukla itham ettiğimiz büyük suçların, cinayetlerin, günahların ardında iflas etmiş vicdanlar vardır. Malum ‘vicdansızlık’ ve ‘vicdan azabı’ gibi toplumda hatırı sayılı kullanımı olan tabirler var. Vicdan azabı neden vardır ki? Bir şeyler Hakkaniyet çerçevesinde konuşulmadığından/yapılmadığından vardır. 


- Bu çok korkutucu değil mi? 


- Değil. Çünkü bunun da çaresi var. 


-Nedir o? 


-Kulun sürekli tövbe ve dua kapısında şükür ile teyakkuzda durması. İşte bundan dolayı günde bir defa değil 5 özel zamanda secdeye varıyoruz. İşte bundan dolayı hep zekat veriyoruz. İşte bundan dolayı her sözü, her davranışı Hak ile iltisaklandırmaya çalışıyoruz. İşte bundan dolayı ille de ‘helal’ diyoruz. Helal eş, helal aş, helal iş diyoruz. Hani aklın, hissin ve vicdanın kıvamı demiştik ya… O kıvam kendi kendisini bulan bir şey. İtidalin olduğu şahsiyetlerde kişi ne zaman düşünmesi, ne zaman ağlaması ve ne zaman vicdanın sesini dinlemesi gerektiğini biliyor. Buradaki altın tılsım veya iksir ise nedir biliyor musun? ‘Niyet.’ 


Niyetin Hak katında değerinden bahsetmek için şu hadise dikkatle bakmakta fayda var. 


 “Rabbinden naklettiği şeyler meyanında Rasûlullah şöyle buyurdu: “Her kim bir iyilik yapmaya niyet eder de yapmazsa Allah ona bir sevap yazar. Niyet eder de aynı zamanda yaparsa, Allah ona on ile yedi yüz arasında sevap yazar. Kim de bir kötülük yapmaya niyet eder, sonra onu yapmaktan vazgeçerse Allah ona bir sevap yazar. Niyet eder de yaparsa, bu takdirde bir kötülük yazar.”


Allah bir iyiliğe niyet edildiğinde o niyet yapılmasa/gerçekleşmese bile ona mükafat veriyor. Niyet çok ama çok önemli. 


- Bunlar olunca ‘tahammülsüzlük’ ortadan kalkacak mı? 


- Evet. Bu başlangıç.  Süfli arzulardan arınmış insanlarda tasavvuftaki tabiri ile nefs-i kamile ulaşır. Nefs-i kamile ulaşmış insanlar başlarına gelen hadiseleri, dünyada olup bitenleri adeta gönül gözüyle görüp fenaya ve ademe yormazlar. Böylece kendilerini de boş yere üzmedikleri için etraflarına da güzel bakarlar. 


-Son olarak ne dersin? 


-Yaşamın ölüme hiç tahammülü yok. Ölmek bu dünya için en önemli şey olabilir ama aynı ölüm ahiret için en az öneme sahip. Neye ne kadar değer vermemiz gerektiğini öğrenirsek ( ki bir an önce öğrenmeliyiz) varlığımızın kıymetini en vakıf hisselerimizle Hakkalyâkin yaşayacağız. Biz Peygamber olamayız ama O’na ( SAV) layık bir ümmet olabiliriz. Tahammüle başkalarından ziyade kendimiz için ihtiyacımız var. Kendimize katlanalım ve kendimize haksızlık etmeyelim. Unutmayalım! Allah bizi Kendisine muhatap kabul etti.


Zahmetsizce ve küçülmeden düşüncelerimizi anlatmayı öğrenmeliyiz. 


Yani olduğumuz üzere anlatmalıyız. Yani vicdanımızın gözünün üzerimizde olduğunu bilerek, yani her bir sözün hesabını söylerken bile vererek, yani en hoşumuza gitmeyecek bedelleri peşin peşin kabullenerek anlatmalıyız. Zahmetsizce ve küçülmeden anlatmalıyız. Dilimizin usta dönüşlerine ve gizli manevralarına prim vermeyerek, dudaklarımızın malumlarımıza yumulmasına izin vermeyerek, kısa ve net olarak anlatmalıyız.  


Siyasilerin taşradaki nihai temsilcilisi olmadan, her hangi bir grubu veya düşünceyi zorla savunmaya çalışmadan ve belki de en kolayı olarak kendimiz olarak ya da kendimiz kalarak. 


İnsan hayatının bir çoğunu taklit ile geçiriyor. Bazen kitapları, bazen ailesini, bazen yüz yüze hiç gelmediği birilerini taklit ediyor. En büyük nedeni ‘kolaylığından’ olabilir. Taklit bir kaç provadan sonra yapılabilecek bir şeydir. Üstelik taklit sürecinde bir sonraki taklit öncekilere göre epey bir gelişmiş oluyor. 


Küçülme demişken; duygular insanı küçültür. Taraftar olmak insanı küçültür. Zahmet derken, karşımızdakine bazen keyfine bazen nefretine, bazen beğenisine göre konuşmak epey bir zahmetlidir. Hele hele, insanın kendi nefsinin haklılığı için yarım yamalak bilgilerinin tammış gibi anlatılması çok ama çok zahmetlidir. Sadeleştiğimizde, detaylar için kendimizi yormadığımızda, ikna için ne kendimizi ne de başkalarını zorlamadığımızda hayat bize olması gerektiği gibi gelecek inşaallah. 


Kendimize ve tüm insanlığa tahammül edelim ki fanilikteki gücü bulalım, şu geçici dünya hayatından asıl aleme parlak bir alınla geçmeyi HAK edelim. 


Selam ile, dua ile, muhabbet ile;


TURGAY URGUR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...