8 Nisan 2020 Çarşamba

Düşünceye dair.



İşin aslı müthiş bir tevekkülün veya teslimiyetin içindeyiz. O kadar güvendeyiz ki hayatlarımızın büyük çoğunluğunda ne kendimiz ne de kendimiz dışındaki hayatla ilgili bir kaygı yaşamıyoruz.

Elektrik, su veya internet gibi ödemelerden bahsetmiyorum. İş veya işsizlikten de bahsetmiyorum. Bizi geren TV haberleri, gazete yazıları da mevzu bahis bile değil.

Hani şu içimizde bizim kontrolümüz dışında mükemmel işleyen bir mekanizma var ya; ondan bahsediyorum. Kalbimizden, böbreğimizden yani bizi yaşatan bize emanet edilmiş her türlü sistemden bahsediyorum. Bir de kâinattan yani güneşten, havadan, doğadan ve hayvanlar âleminden bahsediyorum.

Şu günlerde yine aslında bu tevekkülün verdiği teselli ile umutlanıyoruz. Virüs denilen görevlinin bir şekilde ileriki günlerde hayatlarımızdan çıkıp gideceğini hatta bu yazın başlangıcında yine her şeyin eskisi gibi olacağını umuyoruz. Sonsuza kadar bu iş böyle sürmez diye düşünüyoruz. Çünkü bizler- hepimiz mükemmel işletilen bir sisteme alışığız.

Örneğin bize göre güneş her sabah doğar, belirli ve ihtiyaç oranında ısı-ışık gönderir. Bir de yörüngesini asla terk etmez. Yörüngesinden milim şaşmaz. Veya havada her zaman ihtiyacımız oranında oksijen olur/olacak. Su her daim kendi kendini temizleyecek. İnsanlar doğaya ne kadar kötü davransa da o bir şekilde kendini geri dönüştürecek. Veya kalbimiz her zaman kusursuz çalışacak, böbreğimiz bir gün bile olsa tatile çıkmayacak. Vücudumuzdaki en küçük hücre bile vazifesini asla bırakmayacak.

Peki neden illaki böyle olsun ki? Başta demiştim. Müthiş bir tevekkül veya teslimiyetin içindeyiz ama sadece farkında değiliz. Çünkü henüz güneşsizliğe, susuzluğa, nimetsizliğe maruz kalmadık. Geçeceğini umduğumuz karantina sürecini evde kalarak, güncel tabiriyle kendimizi izole ederek atlatabiliriz. Sanki elimizde süreci kontrol edebilecek bir şeyler var gibi görünüyor. Ya güneş ısınını azıcık kıssaydı, dünya atmosferini birazcık yitirseydi veya dönme hızında bir değişiklik olsaydı; durum ne olurdu? Bu saydıklarımın hepsi de olabilir, muhtemelen kıyamet diye inandığımız sonda budur. Bu noktada sorularım şunlar. Neyin ne kadar farkındayız? Neye ne kadar hazırız? Neyi biliyoruz? İnsan (biz insanlar) garip varlıklarız. Doğduğumuz günden beri taşıdığımız kalbimiz hakkında bilgimiz yoktur, yerini gösteremeyecek olanlar bile vardır. Ama bir arabanın parçalarını daha yakından tanırız. Sinir sisteminden, gözden, akciğerden, hücrenin içindekilerden hiç bahsetmiyorum. Çünkü ben de bilmiyorum. Dedim ya… Sonsuz bir tevekkülün içindeyiz. Ve bu tevekkülden dolayı güne umutla bakıyoruz, insanları seviyoruz, yaşamaya tutunuyoruz. Fakat mühim bir sorun var. Bize bu mükemmel hayatı veren, kusursuz kâinatı hizmetimize sunan ve işin aslı bizleri sonsuz bir hayat için hazırlayan Yüce Yaratıcımızın emirlerine karşı gerekli hassasiyeti göstermiyoruz. En azından kendi adıma durum böyle.   
    
Evet ayetin ifadesiyle; O’nun yarattıklarında kusur bulamayız. Ve yine ayetin ifadesiyle; kalpler ancak O’nu anmakla huzura kavuşur. Ama yine ayetin ifadesiyle güneş bir gün dürülecek. Kuru kemikler bir araya getirilecek. İnsan kendisini en iyi Kuran’da bulur çünkü insanı hiç şüphesiz yaratan tanıyordur. Tevekkülümüzün nedenini orada bulduğumuz gibi yapılması-yapılmaması gerekenleri de orada buluruz.   

Bu tevekkülün, bu teslimiyetin kimse de tembelliğe neden olmaması gerekiyor. Bize Halıkımızı anlatan üç muallim var. Birisi kâinat, diğeri Kuran ve diğeri de Peygamber Efendimiz. İnsanın bu üç muallime hayat süresince kulak vermesi gerekiyor. Hayatın önceliği olması gerekiyor. Yoksa günlük iaşe için çalışmak hayatın merkezi değildir. Üstadın tabiriyle insan bu dünyaya ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. Helal dairede rızkını aradıktan önce ve sonra ve hatta rızkını ararken şu suallerin de cevabını aramalıdır. Nereden geldim? Neciyim? Ve nereye gidiyorum?

Bazen ulvi gayelerden uzaklaşır hayatın içinde kayboluruz. Aniden dünyada bir şeyler olur ve kendimizi zorunlu bir inzivanın içinde buluruz. İşte bu zorunlu inziva iyi değerlendirilirse eminim tüm insanlık için hayırları da beraberinde getirecektir. Unutmayalım ki! Bizler bir şeyleri değiştirmedikçe hayatlarımızda hiçbir şey değişmez. Bir yazarın ifadesiyle ‘Zaman sadece armutları olgunlaştırır.’ İleri ki günlerde şimdilerde konuşulduğu gibi ‘değişimler’ olacaktır. Bu değişimlerden elzem olan bizlerin ne kadar geliştiğidir.

Dilerim şimdiye kadar bizleri harikulade bir teslimiyet ve tevekkülün içinde rahat ettiren Rahman ve Rahim olan Allah’ımızın hepimizden istediklerine karşılık verir. Kulluğumuzu doya doya yaşarız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ANAHTAR GENÇLERİMİZDE

       Gençler, öğrencilerimiz, çocuklarımız şüphesiz hepimiz için en büyük değere sahip. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, çarşılarımızı, okull...